top of page

Kaç eşkiya kaç!

Senem Râbia



Uzun zamandır mektup yazmıyordum. Bu sıra yeniden huzur hakkında düşünüyorum çokça. Bunca güven duygumuzun sallandığı, her an altımızdan kayacak halıların omurgamızda yarattığı tedirgin dikenleri nasıl, nasıl olacak da yumuşatacağız?

Derken en iyisi yazarak paylaşayım dedim, aldım sayfayı önüme, geldiği gibi döküyorum şimdi. Hazır mısınız?


Yürüyüş, yoga, meditasyon iyi gelir biliyorum da halı işte kaygan, diken işte sırtımda, korku işte karnımda… Yok anacım yok sırtımı yere bırakamıyorum, başımı göğe açamıyorum. Bazen oluyor işte, sanki bir balçıkta yumurta kabuğundan potinlerim ile çakılıveriyorum donmuş ânlara, kalakalıyorum havadaki adımlarımla.


Biliyorum hepimiz giriyoruz o balçığa, biliyoruz dokusunu, kokusunu…

İştahlı bir kavuşma gibi bazen. Hunharca çaba dolu ama boşluğu saran kollar, hep bir halattır arar.

Oysaki, esas çağrı balçıktan değil huzurdan ama ne yapalım balçık yoğun vesselam…


İçimizdeki o özlem, “bir halat olsa da tutunsam, çıksam buradan”


Bir yerlerde bir huzur vardı, ya da hep bir ihtimaldi ucunda sallanan…


İşte tam bu sırada içimi gıdıklayan bir cılız ses varıyor kulağıma…”Huzuru hiç bilmesen neyi özleyeceksin bu kadar?”

O özlem, ihtiyaç, o halat ne zaman, nasıl nereye uzaklaştı ki bu kadar ?


Düşüncelerimin içinde dolanırken, “Yani huzur, huzur işte. Hani aslında hepimizin aşina olduğu için özlediği bir hal. Bilmesek özlemeyiz. Bilmesek nereden hissedeceğiz zaten nerede acaba bu diye; ya da hayal ettiğimiz bir yerde bir başka huzur var…


Derken, tam o sırada üç tip eşkiya geldi hayalimin burun ucuna, yamacıma.

Oysaki Budizm’i düşünüyordum bir yandan. Temel öğretilerinden olan Beden, Zihin, Kalp üçlemesi. İşte diyordum çıkış yolu burada, hadi hatırla…falan filan ama karşımda tamı tamına 3 adet fıkırdayan eşkiya var o kadar…


İlki atılıyor ortaya: “Ben” diyor. “Uykucu”. Şimdi anlat bakalım dostlarına balçık kanunları nasılmış diyor. O anlatıyor ben yazıyorum şu an.


Şöyleymiş efendim:

Herkes, her şey dursun ve kendisi rahatlıkla hep uyusun istermiş. Dışarıda olan ne varsa onu çok rahatsız eder ya da hızla ilgisini cezbedermiş. Bu itilme ya da çekilme haliye başa çıkamadığında öfkelenir; İçsel karmaşası artınca, hareketleri silikleşir, karmaşıklaşır, seçimlerini gözetemez hale gelirmiş.


Uykusu derin değilmiş, minicik bir esinti bile uykusunu bölermiş ama gözleri yine de uykudan hayli şişkinmiş. Bu sebeple de olan biteni hiç bir zaman net göremezmiş. Tüm olağan hareketler hemen yüksek duygular ayaklandırdığı için başa çıkma yöntemi olarak, ömrünü çamurun altında geçirirmiş.

Balçık diye gözüken bu yer, aslında dinginlik sığınağının eşiği imiş ama hiç tıkırdamadan girmek gerekirmiş.

Uykucu orada yatar, ona azıcık yaklaşan ne varsa hemen çamurun içine çekiverirmiş. Gasp edişi bu şekilde imiş. Soyar soğana çevirir ve olabilecek en uzağa çırılçıplak fırlatıverirmiş. Bedeni uyanık kılan, zindelik veren, canlı hissetmeyi sağlayan sığınak ise çamurun içinde, yalnızca eşkiyayı geçebilene görünür imiş.


Bu anlattıklarından kafam çok karıştı tabii ki. Madem uyuyacaksın bizi neden çekiştiriyorsun güzel kardeşim? Derdin tüm uyaranlardan uzaklaşmak ise, böyle insanları soyarak geçinemezsin öyle değil mi ama?


“Çok fazla gelen var. Herkes dinginlik peşinde aman da aman. Balçıktan geçmeden de girilemiyor ama söyleyeyim artık, yetti cakası: “Kıyafetleriniz fazla geliyor! Sıfatlarınız çok ses yapıyor! Hele yanınızda lazım olur diye taşıdıklarınız aman allahım!”. Biz de buraya eşkiyalık yapalım diye varmadık sonuçta, ama uykusuz kaldım kocaman adımlarınızdan. Soyuyorum fırlatıyorum yeniden gel sessizce gel diye ama yok… İlla kılıklarım da kılıklarım aman da aman…”


Tamam dedim düşüneceğim üzerine. Seni duydum hatta biraz hissediyorum bile saki ama şu an anlamadım. Ama düşüneceğim.


Uyuyan dikkatimiz ile mi yorgunlaşıyor..Odaklanma sorunu olduğu aşikar…Neyse bu işte bir tuhaflık var…


Derken diğeri geldi. Madem burdasın bizi de dinle bakalım. “Ben Geveze Kulak”

“Herkes, her şey hep sussun isterim tamam mı? Kulaklarım çok büyük ve keskin işitirim ama yalnızca kendimi dinlemek istiyorum, o kadar! İkna edilmek en büyük zaafım, mazallah çok korkarım, bu sebeple olası tüm sesleri bastırmak için kendi kulağıma dönük bir gramafon tasarladım. Dahiyane değil mi? Şşşş sadece dinle konuşmaya kalkma. Bak bu kafamdaki metalik başlık sayesinde zaten seni duyamam. Ben duramam hep konuşurum, sesler birbiri üzerine binerek kulağımda kaynar. Aslında kulağımdır geveze olan, ben ona dilimi istiflerim o kadar. Bir çöl kayalığında ya da mağaradan hallice oyuklarda yaşarım. Sessizlik sığınağının dolaylarında pusu kurarım. Kim ki oraya yaklaşacak, o zaman çıkardığı tüm sesleri taklit ederek çoğaltırım. Sonra da üzerine ekleme yaparak yayınlar ve yoldan çıkarırım. Kötü konuşurum, sabote ederim, yargılarım, moral bozarım ve en kötüsü de inandırırım….Sersemleyen ahmakları yoldan çıkarırım ve yankılanan, tekrar eden seslerin ardına gizlenerek soyup soğana çeviririm. En sonunda da bu başımdaki miğferlerden takarım, anlamaz bile konuşmaya kalkan. Her konuştuğunda kaybolmaya devam eder ben kahkahalar atarım. Kakafoni benim kaynağım, ama siz sakın ha sessizlik sığınağıma bulaşmayın. Gürültücüsünüz. Siz insanlar çok fazla ses taşıyorsunuz. Merhametim tuzağım olur sizi dinlersem kanarım; Ama söz verdim kendime asla ama asla sizi duymayacağım.”



Anladım ki ondan zaten bir yanıt alamayacağım. Yine de daha çok karıştı kafam. Bir yandan da akıyor ilham, bu duyduklarımı yazmak, çizmek, düşünmek için sabırsızlanıyorum.


Ve geliverdi Düşbaz olan.


Sesi heyecanlı, operada sesini duyurmak için diyaframına kuvvet soluyan oyuncuların edasıyla ama tiz sesiyle bir kahkaha patlattı. Kulakları tırmalayan cinsten, haykırdı.

“Sadece hayal kurmak ve boşluk istiyorum. Benim sahnemde oynayacak kahramanlar bellidir efendim. Ancak ben yazar ben seçerim, ben oynarım. Nihayetinde yönetmen benim anlaşıldı mı?. Başka bir karaktere ya da fikre hiiiç ama hiç dayanamam. Her şey benim masallarıma uygun olmalıdır. Bir ağaçta, kuş yuvasından hallice bir budakta yaşarım. Ferahlık sığınağının etrafında soygunculuk yaparım. Düş kurar düş bozarım. Kendi hayallerim dışında bir yaratım es kaza belirecek olursa yakınlarımda, amanın mazallah hemen kostümlerimi kuşanır en hain oyunumu oynamaya başlarım. Zannetmek yeteneğimdir, uydurmak üzerine kuruludur yaşamım. Her kim ki benim tasarladığım gibi değil, ya da direniyor verdiğim rolü oynamaya, o zaman yaşayacağım hayal kırıklığına dayanamam ve zorla kılık kıyafete boğarım. Konuşurum, sevimlilik yaparım taa ki kim olduğunu nerede neden bulunduğunu unutturana kadar. İkna gücüm ile kıvanırım. Hele yakınlarda dolanan bir insan ise, işte o zaman tüm yaralarını, evhamlarını, arzularını havada koklarım ve ona göre hikayeler tasarlarım. İşte yazdığım hikayeye kapılanları soyup soğana çeviririm. Öyle bir şey olduğuna inandırırım ki edindiği amaç ile maceralara salarım ver gelsin saptığı yollarda yalan dolan… Hipnotik kuvvetim ile kıvanırım ahahahaha. Ağaçlarda yaşarım, dallardır yuvam.”




Uffff tamamen allak bullak oldu kafam ama bir yandan da beliren bir netlik var. Heyecanlıyım burayı yorumlamak için. Sinir sisteminden mitolojiye, sembollerden masallara yeni bir yol buluyorum sanırım. Bu eşkiyalara kapılmadan dertleri anlamak şart.


Az sabredin belirecek hepimize yollar. Çok yakında yeniden yazacağım.

 
 

コメント


bottom of page